Yüce Allah tarafından gönderilen bir peygamberin, zamanın en zalim yöneticisi olan firavundan görev talep etmesi, İslam inancı açısından hayati bir meseledir. Bu yazımızda bu konuya değineceğiz. Şimdilik bu konunun iktisadi ciheti üzerinde duracağız. Hz. Yusuf, Nübüvvetten önce firavundan her hangi bir görev talebinde bulunmamış. Bununla ilgili ne Kur’an’ı Kerim de ne de, elimizde herhangi tarihi bir bilgi ve belge ulaşmış değildir. Görev talebinin nübüvvetten sonra ve hazine bakanlığını istemesi çok manidar! Önemli noktalardan biri de görev esnasında kullanılan kelimelerin yapısal ve diziliş boyutudur. Talep edilenin hazine bakanlığı ve kullanılan kelimelerin yapısı üzerinden meselenin sosyoekonomik boyutunu anlamaya çalışacağız.
Öncelikle, Hz. Yusuf’un bu şekilde görev talebi üzerinden, inanan her mümin için, görev talep etmenin fıkhi ve siyasi boyutu da bulunmaktadır. Bu gibi yerlerde görev talebinde bulunmanın şeri bir hüküm olarak anlaşılması çok önemli. Ama kişinin bulunduğu toplumda adli ilahi hakim ise, o zaman görev istenmez. “Görev istenmez verilir” denilmesinin manası işte böyle bir şey!
Firavun, Kıpti ırkının eşraf ailelerine mensup ulusalcı bir sistemin başında bulunan, Allah’a inanmayan zalim bir devlet başkanıdır. Hz. Yusuf böyle bir sistemin başındaki adamdan hazine bakanlığını talep etmiştir. Bu talep onun kendi şahsi görüşü olmadığını sure içindeki ayetlerden anlıyoruz. Mesela; Yusuf/76. Ayet bunu net olarak ifade etmektedir. Bunun ilahi bir emir olduğu olayın gidişatından da anlamak mümkündür. Biraz da konuyu ayetlerdeki kelimeler üzerinden izaha çalışalım;
Surenin, 54. Ve 55. Ayetlerinde geçen, “مكين امين “ ve “حفيظ عليم “ kelimelere dikkatle bakalım; Hani Hz. Şuayb (as) kızları Hz. Musa babalarına takdim ederken, “القوي الامين “ demişlerdi. Burada Hz. Musa’nın güçlü ve güvenilir biri olduğunu sadece kızlar bildikleri için kelimeler marife olarak, “ ال “ takısı almış. Aralarındaki fark şudur; Çünkü Hz. Musa’nın vasıfları henüz toplumun ekseriyeti tarafından bilinmemekteydi. Bu bilgi belirli bir sınır içinde kalıyordu. Ama, Mekin, emin, alim ve hafiz kelimeleri nekire geldiklerinden Hz. Yusuf’un emin gibi diğer sıfatları toplumun kahir ekseriyetince biliniyordu. Çünkü nekire bir kelimenin ihtiva ettiği mana marifeden daha geniş kapsamlıdır. Burada, hem firavun hem de Hz. Yusuf aynı kalıpta konuşmuş. Bunu başka bir boyutu ile biraz daha anlatalım. Birinci terkipte mekin kelimesinin emin kelimesinden, ikinci terkipte de Hafiz Kelimesinin Alim kelimesinden önce zikredilmesinin de apayrı bir önemi vardır. Burada işlerin liyakat ve ehemmiyet sırasına göre olmasını göstermiş oluyor. Yani, güven yetki ile bir araya geldiğinde bir kıymet ifade eder. Aynen söz konusu mal ve hazine işlerinde, malın korunma işi bilgiden daha öncelikli olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.
Kısaca bu her iki yerde de sorumlulukta liyakat ve işlerin mühim-ehem sırasına göre takip edilmesinin gerekliliği gösterilmiştir. Bunlar toplumsal bilimde temel esaslardır. 54. Ayet ile Hz. Yusuf’un güven hususunda rüştünü tamamlamış olduğu görülmektedir. Bunun için Firavun onu zindandan çıkarmak istediğinde, o hayır, bir üst mahkemede kadınlar yeniden yargılansın ondan sonra çıkarım demesini de böyle anlamamız gerekir. Yani masumiyeti ortaya çıkıp aleyhindeki kamuoyunun yanlış kanaati düzeldikten sonra zindandan çıkmayı kabul etmişti. Aynen öyle de oldu. Onun görev talebi, firavunun (Toplum namına) kendisini güvenilir kabul etmesinden sonra olmasının da apayrı bir önemi vardır.
Bu olayın toplum bilim açısından çok önemli bir stratejik hamle olduğu kanaatindeyim. Toplumu idare etme iddiasında olanlar için toplumsal zihin ve algı hayati önem taşır. Hz. Yusuf, Firavunun güvenini aldıktan sonra özellikle talebini maliyeden yana vermesinin de apayrı bir önemi vardır. neden? Çünkü maddeyi hayatlarının merkezine koyan bir toplum için en önemli iş maddi imkanlardır. O’da toplumun bu damarından girmek istemiştir. Böylece Hz. Yusuf, mali/maddi imkanları Tevhid dinini yayma, toplumda mali bir dayanışmada ruhu üzerinden Tevhid dinini hakim kılmıştı. Ama bu her zaman mali olmaya bilir. Artık bu iş kişinin içinde bulunduğu toplumun önceliklerine göre farklılıklar arz edebilir. Ancak kişi önce bu konuda rüştünü tamamlaması gerekir. İşte Hz. Yusuf tam da bunu yaptı ve hemen sonrasında toplum yönetiminin kapısı kendisine açıldı. Tüm maddi imkanlar elinde olduğu halde güç ile adaleti, şefkat ve merhamet ile sadakati, eman ile emniyeti, emanet ile imanı birleştirebildiği için artık toplum her yönü ile ona güvendi. O hangi işin başına gelirse gelsin o işi becerir diye toplumsal bir kanaat oluştu. Çünkü insanoğlunun en zayıf noktası mala olan düşkünlük tarafıdır. Burada yanlış yapmayan bir insan her yönü ile güven veren kişi olarak kabul edilir. Hazine bakanlığından devlet reisliğine terfi edildi. Bugün insanımızın en çok açık verdikleri husus da işin burası olduğu kanaatindeyim. Toplum açısından kişinin muamelatı ibadetlerinden daha belirleyicidir. Toplum kişinin nasıl namaz kıldığına bakmaz, onun nasıl bir ticaret/muamelat ahlakına sahip olduğuna bakar.
Önemle üzerinde durmamız gereken konulardan biri de, Allah’ın Nebisi kendisine ait olmayan bir malın yönetimine talip olma hadisesidir. Bugünün Müslümanları olarak kendi mali imkanların yönetimini dahi din düşmanlarının elinde bırakmışız. Bu durumdaki bir zihniyetin, Hz. Yusuf’un bu olayını yeterince anlayabileceğini söylemek mümkün değildir. Dünya müstekbirleri, ellerindeki devasa sermayeleri ile yetinmeyerek, kendi aralarında mali kooperatifler kurdukları bir gerçeği hepimiz müşahede etmekteyiz. Onlara bunu yaptıran şey, birbirlerini sevdiklerinden, çok akıllı olduklarından veya birbirlerine Müslümanlardan daha güvendiklerinden dolayı değildir. Onlar bize karşı tüm imkanlarını seferber etmelerine karşı bizim böyle bir adım atmayı bile düşünemeyişimiz bizim için büyük bir iç yaramız olduğunun farkına varmamız lazım. Birçok konuda olduğu gibi maddi imkanlarımızı bir araya getiremeyişimiz, zamanın şartları içinde elimizdekilerin de onlar tarafından gasp edilmesine bizim bu dağınık halimiz sebep olmaktadır.
Namazlarımızın camide cemaatle kılınmasının yalnız kılınan namazdan 27 derece faziletli olmasının hikmetini iyi anlamamız gerekir. Bu konunun birçok namaz kılanımız tarafından yeterince bilindiği kanaatinde değilim. Namaz saflarımızı birleştirdiğimiz gibi, mali imkanlarımızın saflarına da birleştirmemiz lazım. Başkasının malını yemenin haram olduğunu biliyor ve bundan uzak duruyoruz. Ancak kendi maddi imkanlarımızın, başkaları tarafından sömürülmesinin de haram olduğunu, bilmemiz lazım. Hatta günah itibarı ile ondan daha ağır olduğunu birçok insanımız yeterince düşünememekte ve dolayısı ile bilmemektedir. Yüce Allah Kur’an’ı Kerimde namaz ile zekatı defalarca yan yana zikretmesini bir de bu bağlamda değerlendirmemiz gerekir. İşte bunun için, Hz. Yusuf (as) başkasının malını idare etme görevini talep etmiştir. Bugün Müslümanlar olarak maddi imkanlarımızı oluşturmak için tüm zihni, akli ve hatta dini tasavvurlarımızı bu bağlamda yeniden gözden geçirmemiz gerekir. Bu konuda elimizde Kur’an, sünnet ve çok zengin fıkıh ilmi gibi sağlam kaynaklarımız mevcuttur. Kaynaklarımız sağlam. Ama kaynaklarımıza bakışımız o oranda sağlam değildir. Hz. Yusuf’un Kıssasını bir de bu duygu ve düşünceler doğrultusunda değerlendirmemiz gerekir kanaatindeyim.
YORUMLAR