İnsanlar ve toplumlar canlı birer organizma gibidir. Değişim ve dönüşüme tabi olarak varlıklarını devam ettirirler. Ülkemizin ve üzerinde yaşadığımız toprakların kıymetli tarihi, kadim bir medeniyetin mirasçısı olduğumuzun önemli bir göstergesidir.
Kadim millet olmak, köklü bir medeniyet sahibi olmak, çok az topluma nasip olmuştur. Ama asıl olan, sahip olunan değerlerden öte bu değerlerin bilincinde olmaktır. Bu değerleri idrak etmek ve buna uygun hareket etmektir. Toplumun fertlerinin bu konuda bilinçli olması önemli olmakla birlikte, yönetim kademesi çok daha müteyakkız ve dikkatli olmalıdır. Aksi takdirde yöneticilerin kötü bir mirasyedi gibi sahip olduğu mirası çarçur eden sonra da iki yana el açan bir berduş konumuna düşmesi işten bile değildir. Dünün zengin şımarık mirasçısının, bugünün dilencisi hale gelme ihtimali hiç de tahammül edilebilir bir durum değildir.
Bu konuya nerden geldiğimiz merak uyandırmış olabilir. Geçtiğimiz Cuma günü partimizin GİK toplantısı için Ankara’da bulunduğumuz esnada Genel Başkanımız Prof. Kamalak ve değerli büyüğümüz Recai Kutan ile birlikte Moritanya Meclis Başkanvekili ve Ana Muhalefet Islah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Muhammed Gulam’ı ağırladık.
Gulam tarafından aktarılan hususlar ve dile getirdiği malumatlar bizi bu yazıya teşvik etti. Onun, bu ülkeye gelip Saadet Partisi’ni ziyaret etmemek “hacca gidip Arafat’a gitmemek gibidir” sözü doğrusu bizi mutlu etti.
Gulam’ın aktardığı ve bizi bu yazıya sevk eden hikaye şu; 1. Dünya savaşı esnasında Moritanya alimleri toplanmış ve şu kararı almışlar. “Her ne kadar biz savaşın tarafı olmasak da Osmanlı Müslümanları temsil ettiğinden onların savaştığı tarafta olmak, birlikte savaşmak ve destek olmak vaciptir.” Yine bir başka anekdot ise daha dikkat çekici geldi; “1900’lü yıllarda Moritanya Fransız sömürgesi olunca “ülkemiz haçlı sömürgesi oldu artık burada yaşayamayız” diyen bir grup insan zorlu bir hicret yolculuğuna çıktı ve Anadolu topraklarına geldi, hala da buradalar” dedi.
Nitekim bugün Adana’da Moritanyalılar Köyü var. Adana’da varlığını sürdüren bu köyün hikayesi böylesine ilginç işte. Başka bir örnek de Kastamonu’daki Tunuslular köyüdür. Bu köy halkı Tunuslu Kırım’a giden mücahitler olup, savaştan sonra dönenler oraya yerleşmişlerdir.
“Türkiye ile Tunus bayrağının birbirine olan büyük benzerliği de bu anlamda dikkat çekicidir. İki bayrağı yan yana koyunca çok az fark olduğu görülmektedir.
Hasılı kelam ülkemiz Anadolu’nun fethinden sonra asırlarca değil bölge; belki dünyanın büyük bir kısmını etkileyen bir güç olarak var olmuştur. Adaletin merkezi, hakkın savunucusu olmuştur. Bizler mazlumun yanında, zalimin karşısında, dertlinin derdine ortak bir medeniyetin mirasçılarıyız.
Toplum olarak, devlet olarak bu bilinci taşımalı, ona uygun hareket etmeliyiz. Bu ülkenin ve toprakların yöneticileri de büyük olmalı, büyük düşünmeli, şanına yakışır davranışlarda bulunmalıdır. Sahip olduğu kıymeti takdir edememek, bu bilinçten yoksun hareket etmek büyüklüğe sürülecek bir lekedir. Kendisine tevdi edilen emaneti muhafaza edememek, demektir.
“Kim ve ne olduğunu bilmemeyi” temsilen Yunus Emre’nin şu kıssası çok hoşuma gider.
Yunus Emre yıllarca Taptuk Emre’nin yanında hizmet eder. Dergahta umduğu hali kendisinde bulamaz. Dergahtan gizlice ayrılır. Yunus Emre yolda iki dervişle karşılaşır. Selam verir, sohbet ederler. Derken karınları acıkır Tanımadığı bu insanlar ellerini kaldırıp Allah'a dua ederler. Yunus bir de ne görsün, bilinmeyen bir yerden gelen sofra hazır olur. Bu duruma çok şaşırır. Bu şekilde sofranın gelmesi birkaç kez tekrar eder. Bu sefer Yunus Emre’den dua edip sofra istemesini talep ederler. Bu Yunus’a zor gelir. Ben kimim ki diye panikler. İçinden yalvarır “Yarabbi beni mahcup etme.Bu insanlar kimin hürmetine senden istiyorlarsa onun hürmetine rızkımızı gönder”, diyerek dua eder. İlginçtir bu sefer gelen sofra her zamankinin iki katı kadardır. Dervişler şaşırır ve sorarlar: Sen kimin adını vesile yaptın bize de söyle de bundan sonra onu vesile yapalım. Yunus der ki “ben sadece sizin vesile yaptığınız zatın hürmetine istedim. Siz kimin adına dua etmiştiniz” diye sorar. Onlar da Taptuk Emre'nin dergahında kalan çok mübarek ancak kendi durumundan habersiz olan Derviş Yunus'un adını vesile yaparız derler. O anda Yunus'un başından aşağı kaynar sular dökülür. Hatasını anlar. Pişmanlık duyar. Aceleyle tekrar dergahın yolunu tutar. Yunus kendini de kendinin kim olduğunu da bilememiştir.
Gelelim asıl noktaya. Türkiye, dünyayı titreten, dünya tarihine yön veren Osmanlı’nın bakiyesidir. Bu toplum ne kadar dejenere olsa da özünde taşıdığı milli manevi değerler hala onu kıymetli kılmaktadır. Bu devletin yöneticileri de bu toplumun ve kendilerine teslim edilen emanetin önemini kavramalıdır. Bu toplumun sahip olduğu hiçbir değer şu veya bu şekilde basit sebeplerle zayi edilmemelidir.
İç meselelerde temkinli hareket edilmeli, dahilde kardeşlik hukukuna riayet edilmelidir. Dış siyasette de bilinçli hareket etmek son derece önemlidir. Ülkeler arası ilişkiler günlük değil; uzun vadeli planlanmalıdır.
Bu bağlamda uluslararası dengeler içerisinde savaş durumuna girerken bir adım atmadan bin kez düşünülmesi beklenir. Atılacak her adımın ülke adına ne kazandırıp ne kaybettireceği, kısa vadede ve uzun vadede nasıl bir sonuç doğuracağı iyi hesap edilmelidir.
Ülkemiz ve İslam alemi adına büyük tehdit olan BOP projelerine karşı dirençli ve uyanık olmalı, atılan hangi adımın bu planın bir parçası olup olmadığına dikkat edilmeli, neye hizmet edildiği iyi kavranmalıdır.
Özetle ifade etmek gerekirse bu toplumun her ferdi dikkatli olmalı, ülkenin fayda ve menfaatlerini her şeyden üstün tutmalıdır. Sahip olunan değerlerin beyhude sebeplerle yok olmasına müsaade etmemelidir.
Ülkemiz adına asıl korkulacak husus, bin yıllık bu büyük mirasın, mirasyedi gibi tüketilmesidir. Allah korktuklarımızdan muhafaza buyursun.
YORUMLAR