Toplum, ruh sağlığını bozacak karmaşık konuların peşinde gidiyor, neye sevineceğini neye üzüleceğini bilmiyor.
Öncelikle şunu belirtelim ki, girişilen işlerde sağlam politika ve samimiyet olmayınca yapılan her işin aksiyle karşılaşılıyor. Hangi politikaya el atıldıysa tersi oluyor.
“Barış süreci” deniliyor her türlü tavizler veriliyor. Sonra bir bakıyorsunuz, kendimizi savaşın ortasında buluyoruz.
***
Gün geliyor, Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) operasyonu deniliyor. Yıllarca kamuoyu meşgul ediliyor. Büyük bir zafer havası estiriliyor. Sonuçta bir de bakıyorsunuz hepsi aklanmış, sanıklar devletin kilit noktalarını ele geçiriyorlar. Adliye, Emniyet onlara emanet ediliyor.
Gün geliyor, diyalog / hizmet / eğitim denilerek sarmaş dolaş olunuyor. Devletin tüm birimleri teslim ediliyor. Sonra bir bakıyorusnuz, adamlara dünya dar geliyor ve tarihin en büyük terör örgütü (FETÖ) sayılıyor.
Gün geliyor Mısır’da Mursi’nin kurtuluşu Türkiye’deki seçimlere bağlı deniliyor. Meydanlarda parmaklar (Rabia işareti) sallanıyor. Seçim bitince her şey unutuluyor. Sonra bir bakıyorsunuz, darbeci hükümetle işbirliği yolları aranıyor.
Gün geliyor, “Biz katil İsrail’le masaya oturmayız” deniliyor. Bir bakıyorsunuz İsrail’le masaya oturulmuş, anlaşmalar yapılmış. Mavi Marmara davası da, sen sağ ol! 10-12 saat süren son duruşma “gaz alma eylemi” olarak kayıtlara geçer artık.
Her gün Arakan, Irak, Suriye gibi dünyanın birçok bölgesinde meydana gelen zulümlere sessiz kalınıyor. Sonra bir bakıyorsunuz İsrail’deki orman yangınına söndürme uçağı gönderiliyor. Sn. Bakan da sosyal medya hesabıyla işi sahipleniyor.
***
Gün geliyor, Suriye ile sınırları tamamen açıyoruz, mülteci kabul ediyoruz. Mayınları temizleme gayretine giriyoruz. Sonra bir bakıyorsunuz 800 kilometrelik sınırımızın tamamına beton perde duvar çekiyoruz.
Gün geliyor, Suriye ile samimi pozlar veriliyor, dostluk gelişiyor, vizeler kalkıyor. Sonra bir bakıyorsunuz düşman olunmuş. “Suriye içişlerimizdir. Hama’da yaptıklarınıza Humusta müsaade etmeyiz” deyip önce müdahil oluyoruz, ülkeyi tahliye ettiriyoruz, sonra seyirci kalıyoruz.
Gün geliyor, “Suriye’de rejimin karşısında olan herkes dostumuzdur” deyip destekliyoruz. Taşeron terör örgütlerine seyirci, hatta destek oluyoruz. Sonra bir bakıyorsunuz desteklediğimiz örgütleri yok etmek için savaşa giriyoruz.
Gün geliyor, “Rusya uçağını biz düşürdük, yine olsa yine düşürürüz” diye efelenip duruyoruz. Sonra bir bakıyorsunuz elimizi ovuşturarak, her türlü tavizi vererek barışıyoruz. Şimdi de “Son 4 günde altıncı defa telefonla görüşülme şerefine nail (!) olmanın sevinciyle avunuyoruz.
Gün geliyor, Suriyeli kardeşlerimize sahip çıktık deniliyor. Sonra bir bakıyorsunuz mülteciler bir şantaj malzemesi olarak kullanılıp Avrupa’ya “Sınır kapılarını açarız üzerinize salarız” deniliyor.
Gün geliyor Avrupa Birliğine gireceğiz diye sevinç çığlıkları atılıyor, gündüz gözüyle havai fişekleri patlatılıyor. Değerlerimizden her türlü tavizler veriliyor. Sonra bir bakıyorsunuz Avrupa’ya rest çekiliyor. Savaş tehdidinde bulunurcasına tehditler savuruluyor.
***
Tabi saygıdeğer halkımız da bütün bu politikaların / zikzakların hepsini de bila istisna alkışlıyor. “Gel bitsin bu hasret” derken de alkışlıyor, “hain şarlatan” derken de.
Barış süreci derken de alkışlıyor, köklerini kurutacağız derken de.
AB’ye gireceğiz derken de alkışlıyor, ne işimiz var AB ile derken de.
“AB bir Medeniyet Projesidir” derken de alkışlıyor, “AB bir Hristiyan Kulübüdür” derken de.
Ne diyelim biz de kendilerini (!) alkışlıyoruz.
YORUMLAR